“Kötü kader diye bir şey yoktur; 21. yüzyıl vardır. Ve bu yüzyıl, yavrucuğum; bir kelebeği bile intihar ettirebilir.”

Her şey kaç dakika içinde gerçekleşti bilmiyorum. Zaman algımı yitirdiğim bir andı. Şeffaf bir borunun içinden damarıma damla damla akan ilacı izlerken galiba. Uyuyakalmıştım.

Özenle fönlenmiş saçlarının kapladığı ifadesiz yüzüyle bana bakıyordu hala. “Yani şey gibi mi, bir ödev gibi. Sana verilen diğer tüm ödevler gibi” dedi. Evet, bir ödev gibi, olmak zorundaymış gibi, başarmak zorunda hissetmek gibi çünkü gayrısını bilmiyorum. Kafamda bu konuyla ilgili bir metafor bile yok biliyor musun dedim ona. Özenle fönlenmiş saçını, bakımlı ve french manikür yapılmış elleri ile kulağının arkasına attı ve sadece senin için çok zor olmalı diyebildi.

Öyle dedim. O yüzden buradayım.

Oysa uykumda bunun bir dejavu olduğunun farkındaydım. Yoksa uykuda olduğunda öyle kabul görmüyor mu? Sonrası, sonrası o dejavunun neden olduğu ağacın altındaydım.

Yapraklarını inceledim, geniş ayalarını, dikenli top şeklindeki meyvelerini. Geniş gövdesinin etrafına yuvarlak bir halka çekilmiş oturakları gördüm. Oturdum, ona anlattığım o öfkeyi bir kez daha hissettim yüreğimde. O ağacın bir gün dallarını kesmişti belediye, fırtınada büyük bir darbe almıştı biliyor musun? İçten içe o ağacın zarar görmesi beni çok rahatlatmıştı dedim. Ve gördüğüm ya da göreceğim anda onun yok oluşunu izlerken, özgürleştiğimi hissediyorum. İnsan bir anın acısıyla, hiçbir sorumluluğu olmayan bir ağaca öfke duyar mı? O ağaca çok öfkeliyim biliyor musun, hayatımda kendimi en çaresiz hissettiğim, bir sonraki günün ne olacağı korkusunu damarlarımda bile hissettiğim o ana o ağaç tanık oldu çünkü. Cebimde kakaolu bir piknik bisküvisi vardı, hatırlar mısınız o biskivüleri? O günden beri yemiyorum. Çok severdim oysaki. Ağaçla birlikte bisküviden de nefret etmişim deyip “Aber es war nur ein alter Baum.” dedim.

-Pardon?

-Yok bir şey, hepsi bu kadar.

Uykum çok güzeldi. Günlerdir kendimi o kadar bitap hissediyordum ki, damarıma ilaç aktıkça tatlı bir uykuya daldım. Rüyamda o ağacın altında oturmaya devam ederken ansızın kalktım ve en yakın nalburdan bir balta aldım. O ağacı, etrafındaki bankı, çiçekleri her şeyi etrafımdaki her şeyi parçalamaya başladım. Cebimdeki kakaolu piknik bisküvileri de. Un ufak toz oldu. Ağacı gücüm yettiğince parçalayıp yorulduğumda ağaca sarılıp ağladım. Affet, her şey sanki o günden sonra oldu. O günden beri iyileşememişim gibi geliyor. O günden beri penguenlere ağlıyorum.

Sonra ağaca sarılı bir şekilde ağlarken bir ses duydum. Tedaviniz bugünlük bitti. Yarın yine ilaçlarınızla bekliyoruz sizi.

Çantamı aldım ve çıktım. Hala özgür hissetmesem de rahatlamış hissettim. Elimi sarmışlardı.

21. yüzyılın modern bilim ve teknolojisi, çürüğe çıkamayacak kadar fiziksel olarak sağlam; anlatmaya devam etmem gerektiğine karar verecek kadar anormal olduğuma karar verdi.

Beni bu kocaman hapishanenin başka bir odasına, çalışmaya, insan içine karışmaya, yetişkin gibi davranmaya ve kapitalizme artı değer üretmeye mecbur kılan o beyaz kağıdı da elime tutuşturdular.

Gerçekten bu yüzyılda bir kelebek bile intihar edebilirdi, çok haklıydı!