"Çoktan unutulup gömüldü sanılanın, eski biçimi ve görüntüsüyle karşımıza çıkması kadar ürkütücü şey yoktur hayatta."
Stefan Zweig /Dünün Dünyası
Yürüdüğüm bu yolların hiçbir kaldırım taşını tanımıyorum. Kaç gündür buradayım? Neden geldim bu şehre? Aram'ın mezarına çok sevdiği Üsküdar'ından bir parça toprak götürecektim. Burası o şehir değil, gitmek için yola çıktığım her rotanın tam aksine bir yerlerde kendimi bulmaya o kadar alıştım ki... Elimdeki bu toprakla ne yapacağımı bilmiyorum. Kendime kızarken yürüyor, yürürken eve döndüğümde bu romantik beynin kırıklarını aldıracağıma dair yeminler ediyorum. Nabzım 132, kanımdaki oksijen seviyesi ise 97. Kolumdaki saat tik tok tik tok ilerliyor. Neredeyim hiç bilmiyorum.
Kayboldum bu şehirde. İşte tam o an çoktan unuttuğumu sandığım bir an geliyor aklıma. Meydandaki büyük çınara doğru yürüyoruz. Elim ablamın avcunun içerisinde, cebimde kakaolu bir bisküvinin son kırıntıları, gözümden geriye doğru giden korku dolu bir gözyaşı. Aniden dank ediyor kafama, evden çok uzaktayım, evden çok... Büyüdüm ben diyorum, kocaman bir kadınım artık, korkulacak bir şey yok. Oysa korkuyorum, elimdeki toprak kesesini sıkıyorum boyuna. Kendimden her kaçmak istediğimde gittiğim bu şehirlere lanet ederken buluyorum kendimi, oysa sadece bir yere ait olmak istiyorum. Ayaklarımın kök salmasını, meydandaki büyük çınar gibi gövdemin devleşmesini, yapraklarımın ışıldamasını ve fırtınaya karşı dik durabilmeyi. Neyden kaçıyorum ben, hangi korkunç karanlıktan?
Telefonum çaldı. Arayan Sanja. Daha önce telefonun ardındaki bir sesi duyduğuma çok az sevinmişimdir. Sanja, kayboldum. En son gördüğüm tabela Kovaci Mezarlığı'nı gösteriyordu, beni bul. Hat kesiliyor.
Çoktan unutup zihnimin derinine gömdüğümü sandığım bir çocukluk anısı canlanması yetmiyor, bastığım her adımın altında öldürülmüş bir insanın bedenine bastığımı hissettiğim bir kentin sokaklarında kayboldum. Bu kent öldürülen binlerce insanın üstüne yükselmişken nasıl sakin kalabilirim. Sanja, bul beni...
Oturduğum ağacın gölgesinde aklıma çöreklenen karanlıkla düşünüyorum. Gördüğüm kentleri, yürüdüğüm sokakları, aşık olup peşine takıldığım bir adamın izinde gittiğim ülkeleri, elimde yerine ulaşmayan bir kese Üsküdar toprağını. Aram, söz veriyorum bir gün varacağım. İşte tam o sırada telefonum çaldı.
-Yolun karşısındayım kaçak İstanbullu. Buralara kadar nasıl yürüdün aklım almıyor.
-Sanja, beni bulacağını biliyordum.
İşte o an, çınar ağacının karşısında bulunduğumuz gibi bir huzur. Arabaya koşuyorum, Sanja gülüyor. Acele et, Mostar'a giden treni kaçıracaksın.
Elimde bir kese Üsküdar toprağı, başka bir sokakta ve kentte kaybolmaya gidiyorum. Kayboldukça kendime bir yurt bulacağımı sanarak. Boşluğa gülüyorum, oysa istediğim tek şey kök salmak diye.
Saraybosna /Haziran 2016