Buradan Her Şey Çok Daha Güzel Görünüyor!

“Dünya acımasız ve zalim ama yine de çok güzel bir yer.”

Buradan Her Şey Çok Daha Güzel Görünüyor!

Bir tiyatro oyunu hakkında yazı yazacak kadar yetkin biri olmadığımı biliyorum fakat kendime iyi bir tiyatro izleyicisi diyebilirim. Sanat toplum için mi sanat için mi sorusuna da her zaman üçüncü bir bakış açısı olarak şu soruyu sormak gerektiğine inanıyorum. Bu sanatsal çalışma bir birey olarak benim duygularıma dokundu mu? Beni düşündürdü mü, hafızamda bir yer edebilecek mi? İşte tüm bu sorularımın cevabına evet diyebileceğim bir tiyatro oyunu izledim dün akşam. Buradan Her Şey Çok Daha Güzel Görünüyor!

İki oyuncu, neredeyse tek bir dekor ve altmış dakika. Güzel bir üçlüydü. Banu Fotocan (Yasemin Teyze) ve Rojhat Özsoy (Öteki) sahnede çok güzel bir uyum sağlamışlardı. Aslında Rojhat Özsoy’un oyunda bir adı yoktu. Öteki olan insanı o kadar güzel temsil ediyordu ki ben ona bu ismi vermeyi seçtim. Oyunu da açıkçası sevgili Rojhat Özsoy’un daha önce izlediğim oyunlarından hep keyifle ayrıldığım için seçmiştim. Onu hep komedi rollerinde izledim ve ilk kez bir dramada izleyecek olmak da benim için merak unsuruydu. Nasıl tercüme bir kitabı okurken çevirmenin ismi önemli olabiliyorsa, bazen bir tiyatro oyununu seçmemdeki sebep de oyuncular olabiliyor. Dramada da gerçekten çok güzel bir iş çıkarmıştı. Banu Fotocan’ı ise ilk kez izliyordum. Tek bir oyun ile olsa da oyunculuğu, jestleri ve gülümsemesi ile bende çok samimi bir his bıraktı. İki oyuncu da gerçekten o andaydı.

Oyunun konusundan bahsetmek gerekirse de aslında tanıtım yazısını buraya doğrudan eklemekte beis görmüyorum.

Felaketlerin arka arkaya geldiği, çok da uzak sayılmayacak apocalyptic bir zamanı işaret eden oyun, bir araya gelmesi mümkün olmayan iki insanın karşılaşmasının, yana yana durabilmesinin kıymetini anlatıyor. Korkunun hüküm sürdüğü bir ortamda; ulaşılması gereken hedeflerin, aşılması gereken engellerin içinde sürekli düşen insan için umutlu bir gedik açmak mümkün mü?

“Eğer birini düşünüyorsan o kadar da umutsuz değilsin.”

Oyunu kendi gözünüzden izlemenizi istediğimden ve spoiler da vermemek adına, detaylara çok girmek istemiyorum ama gerçekten de çok uzak sayılmayacak bir covid pandemisi ve yine yakın tarihimizin apocalyptic macerası Gezi Olayları’na güzel göndermeler vardı. Zor zamanlarda düştüğümüz bencillik ve yine en zor zamanda bir başkasını düşünebilmek. Hiç tanımadığımız bir insanın duygularının incinmemesini önemseyecek kadar “öteki insan” olabilmek. Sürekli olarak bu duygu geçişleri, arafta yaşamaktan mütevellit güven sorunları hissediliyordu Özsoy’un oyunculuğunda. Belki etik belki de iyi bir insan olma kaygısından dolayı “ÇATI’NIN” içinde yer edinemeyen ve böylece öteki olmuş genç bir adam vardı. Bu karakter bana tam da insan, üç temel kavga-çekişme üzerinde şekillenmiştir, bunlar “rekabet, güvensizlik ve şan, şeref kazanma isteği” diyen Thomas Hobbes’un fikirlerini hatırlattı.

Diğer tarafta ise Sokrates’in bilgeliğindeki Yasemin Teyze vardı. 60lı yaşlarında, yaşamının belki de sonlarına gelmiş ama gördüğü tüm felaketlere rağmen özündeki o iyi insanı koruyabilmek için uğraşmaktan belki “tatlı bir delirmişlik” yaşıyordu.

Oyun bana göre bu anlamda felsefenin de belki her zaman en önemli fenomeni olacak “insan doğası iyi midir, kötü müdür? sorusunun kıyısında dolanıyordu. Ya da insan iyi veya kötü olmayı seçiyor muydu? Yaşamın acımasızlığı, ekonomik, siyasal çalkantılar, doğal felaketler derken kim olduğumuzu aslında seçiyor muyduk? Öteki olmayı ya da çoğunluk olmayı. Yoksa hepsi zaten özümüzde saklı mıydı? İşte bu hislerle o güzel altmış dakikanın sonuna vardık.

Alkışlar yapıldı, selam verildi. Tek perde bir oyunun ardından salondan çıktım ve sigaramı yakarken bu oyunun bana tam olarak nasıl hissettirdiğini anlatan bir cümle olduğunu hatırladım.

Attack on Titan fanlarının iyi bileceği o meşhur Mikasa Ackerman repliğiydi.

“Dünya acımasız ve zalim ama yine de çok güzel bir yer.”