Yaşamımın toplamındaki dört küçük günde, zamanın paralel ya da doğrusal işte hangi evrenindeyse anılarımızı bıraktık. Şimdi Roma'da akmaya devam eden zaman, onun Doğu'daki versiyonu İstanbul'da da akıyor. Ve sen deklanşöre bastığın anlar dışında hiçbir şeyi hapsedemiyorsun. Her şey akıyor. Tiber Nehri, zaman, köprüden insanlar akıyor. Zihnimizdeki anılar bile akıyor zamanla. O yüzden galiba her şeyi akışına bırak diyorlar. Ben buna akışına bırakmaktan ziyade özgür kılmak demeyi daha çok seviyorum. Her şeyi ve herkesi ait olduğu özgürlüğe bırakmak. Herkesi ve her şeyi kendi özgürlüğünü sever gibi sevmek. Ama gariptir bu şehri çok sevmedim. Belki beni daha tutkuyla karşılayan şehirlere de uyanmış olduğumdandır bilmiyorum. Bu şehri özler miyim bilmiyorum. Bu şehre dair bir şeyler var deklanşör sesleri ardında. Termini'de bir otel odası, Piazza Nanova'ya açılan dar bir sokakta içilen biralar, Vatikan'a bırakılmış hayranlıklar ve kendi küçük şapşallıklarına gülmeler.
Anıları özlemiyorum artık onları bir deklanşör arkasına bırakıyorum. Castel D'Angelo'nun bir köşesinden çekilmiş bu fotoğraf gibi...
8-11 Kasım 2018/ Roma
