Her şeyin bilinmezliği ile yoğrulmuş ve sürekli değişen market etiketleri ile harmanlanmış bir yaşamdan ne beklerse insan öyle bekliyorum. Godot’u bekler gibi..

Bilinmezlik anksiyetenin zehridir. İnsanı içten içe sorularla mahveden bir zehir. Zamanla bir bakarsın beynin sadece sorulardan oluşmaya başlar. Bu evre korkutucudur, insan aklını kaybediyorum sanır. Hatta gün gelir gerçekten aklınızı kaybetmek istersiniz. Ben istedim oradan biliyorum. Sonrası ise bilinmez bir düzlük, uçsuz ve bucaksız.

Yarının bir hiçlik olması artık bir korku, anksiyete ya da mutsuzluk sebebi bile olamıyor benim için. Varlığım dikili bir taş gibi nefes alıyor, çalışıyor, uyuyor ve döngüye giriyor. Ne kadar uzun süredir bir şeyler okumadım unuttum. İzlediğim son film neydi, gittiğim son tiyatro oyununu sevmiş miydim, bir şehri heyecanla en son ne zaman keşfettim hatırlamıyorum.

Gençliğinin üstüne çökülünce insan bir noktadan sonra buraya kadarmış diyor sanırım. Genellikle fatura kağıtlarını okuyorum, kredi kartı ekstreleri gerçekten fantastik eserler gibi sarıyor insanı. Bazen kediye biraz daha az yemek yemesi gerektiğini söylerken buluyorum kendimi. Ekonomi derslerim mülkiye bitirmiş bir insanın yüz karası olacak şekilde kötüydü, garp cephesinde değişen bir şey yok. Anlamadığım iktisadi kavramlar ve buhranlar arasında oh bu ay da kirayı ödedim diye nefes alabiliyorum sadece. Buna iktisatta Nas’ın kira ödemelerine yansıması diyorlar mı bilmiyorum. Bildiğim tek iktisadi terim olan marjinal faydaya göre bir süredir hiçbir şeyden marjinal fayda alamadığımı biliyorum sadece. Bir bardak nar suyu bile kaç TL oldu kim bilir?

Şimdi yazdıklarıma bakınca umutsuz, depresif, tükenmiş duruyor biraz. Öyle değil ama. O evreleri geçeli çok olmuş gibi geliyor bana. Ben nefes alıyorum ve bilinmez bir yarın için evrimsel dürtü ile hayatta kalıyorum, hepsi bu.

Dün kanepenin üstünde uzanıp biraz sakinliğe ihtiyacımız var, mesela saunadan çıkıp havuz kenarında havluyla otururken gelen buz gibi kokteyl sakinliğine; ne kaliteli hayatımız varmış bir zamanlar dedim. O an bana dönüp “biliyor musun, benim için artık kaliteli bir gün ağrı çekmediğim bir günmüş gibi geliyor.” dedi. Yaşlanıyorduk ve bunun inanılmaz farkındaydık. 20li yaşlarımızın ortalarında tanışmış olsak da o yaşam enerjisi ne demek biliyorduk. Bu ülke bize o yaşam sevincini borçlu işte.

Yarının bir hiçlik olduğu bir günde daha bunları yazıyorum. Çalışmayan kodlar, hedefine varmayan url’ler, tutmayan hedefler, sürekli değişen fiyatlar, dönüşüm getirmeyen reklamlar arasında oturdum ve bunları yazıyorum.

34 yaş bir ülkeden, kendinden ve gelecek ümidinden vazgeçmek için çok erkendi. Bu ülke bize bir yaşam sevinci borçlu. Çalınan gençliğimiz, sömürülen emeğimiz ve tükenmiş hayallerimizle devam ediyoruz.

Yolun sonu yok, görünmüyor henüz.

Ocak 2022 /Bomonti