Ingeborg Paul'a 24 Haziran 1949 tarihinde yazmıştı bu mektubu. 67 yıl sonra üç gün gecikmeli olsa da yeniden Viyana'da Belvedere Sarayı'nda ona yazdığı satırları ulaştırdım. Buraya gelişim kendi içinde bir yalnızlık, kendi içinde bir barışma içeriyordu. Birlikte gidemediğimiz ve gidemeyeceğiz tüm o şehirlere kitaplarımı götürmeye başlamıştım. Saraya ulaştığımda ayaklarım yürümekten çatlamak üzereydi. Kendimi Ingeborg'un sıkışmışlığına, Paul'un çaresizliğine benzettim. Çantamdan kitabı çıkarıp beni buraya kadar getiren mektubu okumaya başladım.
Şöyle diyordu Ingeborg:
Canım,
Bazen buradan ayrılmaktan ve Paris'e gitmekten, ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmek de istemiyorum. Benim için sen Hindistanlısın ya da daha uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hala hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.“
Haziran 2016 / Belvedere Sarayı- Viyana