Aslı Erdoğan ile ilk tanışmam Kırmızı Pelerinli Kent ile olmuştu. Yıllar önce tanıştığım genç bir adam (ki aslında bayağı romantik yanlarım okşanmıştı) bu kitabın karakteri nedense bana hep seni hatırlatıyor. Senin hayata karşı duruşun ve isyanın bana Özgür’ü hatırlatıyor demişti. Kitaplarımı hediye etmem ödünç veririm, bir gün gelip senden kitabımı geri alacağım dedi. Hala kitaplıkta duruyor, belki bir gün gelip kitabını alır.

Her neyse Kırmızı Pelerinli Kent beni kelimenin tam anlamıyla beynimden vuran cinstenti. Aslı Erdoğan’ın beyninizi parçalayan, benliğinizi yok eden cümleleri vardır. En azından benim üzerimdeki etkisi hep öyle olmuştur. Benim karanlık, karamsar ve hemen depresyona meyilli o yanımı çok iyi anlatır. O yüzden hep yakınlık duyarım Aslı Erdoğan ile. Bu kez ise yolumuz Mucizevi Mandarin ile kesişti. Şuan tam olarak o iç sıkıntısı kitabın son cümlesi ile gelip içime oturdu. Ve bu kez fark ettim ki Aslı Erdoğan’ı bu kadar harika bir yazar yapan şey bu ülkede yetişmiş her kadın gibi benzer yaraları almış olmasıydı. Bunu cümlelerinde ister alenen, ister araya sıkıştırarak yapsın bu ülkede erkeklerin hırpaladığı, incittiği ve ruhuna yaralar bıraktığı her kadını çok başarılı cümlelerle özetliyor. Ne demek istediğimi daha açıkça ifade etmek için kitaptan bir pasajı buraya koyacağım. Size de çok tanıdık eski bir ağrıyı hatırlatacak.

“ Cenevre'de barlarda, sokaklarda sevgilileriyle sarmaş dolaş yürüyen, dans eden, öpüşen şen kahkahalar atan 13-14 yaşındaki kızları görünce içim cız ederdi. İlk gençlik yıllarımı benden çalmıştı Türkiye ve onları başka hiçbir ülke veremezdi. Zamanla içimi acıtanın bu kızların özgürlüklerinden çok mutlulukları olduğunu anladım. Genç ve umut yüklü bakışlarla seyrediyolardı dünyayı; yanlarındaki delikanlılar, onları sevgiyle hayranlıkla tutkuyla kucaklıyordu; hiç tokat yememişler ve büyük olasılıkla bir ömür boyu yemeyeceklerdi; doğup büyüdükleri topraklar gelişip serpilmelerini gerçek boylarına erişmelerini mevsimi geldiğinde çiçek açmalarını sağlayacaktı. Daha şimdiden küçük birer tanrıçaydı hepsi. Ülkemdeki erkekler, kadınlara böyle bakmıyor böyle davranmıyordu. O yaşlardaki ilişkilerimden kalan , ‘ne koparsan kardır’ türünden cinsellik, nedenini bir türlü çözemediğim aşağılanmalar, karşımda beliren zorbalar, timsahlar, cadı yakma törenleri, orospu yaftalarıydı….“