“Benim sorunum hayata karşı kayıtsız olmam değil, her nedense onun tarafından yok sayıldığımı hissetmemdi.”

Rawi Hage'nin sanırım Türkçe'ye tercüme edilmiş tüm kitaplarını okudum. Lübnan İç Savaşına ve edebiyatına duyduğum özel ilgiden dolayı savaştan kaçıp bambaşka bir ülkede yaşam mücadelesi veren Lübnanlı entelektüellerin kitapları da bu yüzden zevkle okuduğum eserler oluyor. Amin Maalouf'un aksine Rawi Hage, yukarıda Hamam Böceği eserinden aldığım alıntıdaki gibi göçmenliğin ve sürgünlüğün daha çok yok olmuş insanları tarafına yoğunlaşıyor. Rahatsız edici bir üslubu, yeraltı edebiyatına yeni bir yön verecek farklı bir tarzı var. Gerçekleri söylemekten, refah seviyesi yüksek ülkelerin iki yüzlü politikalarına sürekli sol kroşe çakmaktan zevk alıyor. Ve belki abartılı bir yorum olacak ama kendisinin içinde edebiyatla terbiye ettiği pasif bir psikopatın var olduğunu seziyorum. Karnaval kitabındaki taksici karakterinde de olağanca haliyle belli oluyordu bu durum.
Amin Maalouf belki seçkin bir aileden gelmesinden dolayıdır; ne kadar Fransız ise o kadar Lübnanlı olmayı harmanlar. Savaştan duygusal olarak yara alsa da ekonomik olarak Hage kadar yıpranmadığından yeni yaşamına uyum sağlamış gibi görünür ve göçmenliğini başka bir tarz ile fırsata dönüştürür. Rawi Hage ise doğulu yanına öfke duyduğu kadar Kanada'ya kendini sürükleyen ama şehirli hayatı seven yanına da öfke duyuyor. Evet onun eserlerini tek bir kelimeyle özetleseydim "öfkeli" diyebilirdim. Lübnan'ın ve özellikle Beyrut'un romantik yanlarını hiç anlatmaz. De Niro'nun Oyunu kitabında mesela bu çok belirgindi. Maalouf'un karakterleri ise daha çok sayfiyelerde kalan, Corniche'nin lüksünü tatmış insanlardır. İşte Hamam Böceği kitabında da yine Lübnan'dan Kanada'ya göç etmiş bir karakterin başarısız intihar girişiminden sonra yoksulluk, ülkenin ötekisi olması ve diğer ötekiler ile ilişkisi anlatılır.
İran Devrimi'nin işkence ve her türlü taciz-tecavüzüne maruz kalmış sevgilisi Shohreh ve onun İranlı eşcinsel kankası Farhoud'un yolu bu Lübnanlı göçmen ile bir şekilde kesişir ve karakter kendini bir olaylar silsilesi içinde bulur. Bu olaylar devam ederken göçmenlerin sürekli takıldığı Artista Cafe'de özellikle Ortadoğu'dan kaçmış her biri birbirinden öfkeli ve kendi içinde kompleksli karakterlerini de derinlemesine analiz eder. Cezayirli Profesör ve İranlı müzisyen Reza gibi. Ve elbette intihar ettikten sonra devletin sosyal hizmetler yardımıyla kendisini yönlendirdiği Kanadalı terapisti ile karakterin ilişkisi es geçilemez.
Karakterin yarı hamam böceği yarı insan sanrıları okuyucuya bir noktada Kafkaesk bir gönderme gibi gelebilir. Fakat sanıyorum ki yazarın burada bir böcek olarak hamam böceği kullanmasının nedeni onların nükleere bile dayanacak kadar güçlü canlılar olması çünkü karakter güçlü olmak istiyor, kadınların kendine tapmasını ya da ekonomik olarak seçkin olmayı. Fakat günün sonunda açlığa, yoksulluğa ve toplumun ötesine itilmişliğe rağmen ayakta kalıyor. Bu açıdan baş karakterimiz çok güçlü bir hamam böceği olduğunu kanıtlıyor.
Ez cümle bu kitap duygusal olarak yorucu ama çarpıcı bir eser. Yazarın Karnaval kitabı kadar beni etkilemese de bir pazar günü sabahtan akşama kadar kendine bağlayacak kadar güçlü bir eser.