Ülkenin Dibinde Bir Kadının Yalnızlığı
Tüm ülke kendi kanında demleniyordu ıhlamurlarımız gibi.
Tomris, kapıdan anahtarın üç kez çevrilme sesini duydu. Oturduğu kanepede hiçbir şekilde istifini bozmadı, kapıya istemsizce bile dönmedi. Hem kedinin de rahatını bozmak istemedi. Zaten kapının üç kez kilitlenmesi bir şifre idi Ekrem ile aralarında. Ekrem'in peşinde polisler olurdu hep ve güvenlik için bu parolayı seçmişlerdi. Tomris ise o an bunları düşünmüyordu. Ekrem'e kızgın mıydı, canı mı yanıyordu, yoksa gerçekten kedinin rahatını mı bozmak istemediğinden taş kesmişti, bilmiyordu.
Ekrem tüm kapı ve pencereleri açık bırakıldığı için buz kesmiş eve girince ürperdi. Sonbahar geçiyordu neredeyse ve bu deli kadın kedi kucağında yine boşluğa bakarak hüzünlenmişti. Kurulmuş sofraya baktı. Misafirler için özel aldıkları takımları bile çıkarmıştı Tomris. Her şey tastamamdı. O akşam Tomris'in kendisine barbunya pişireceğini unuttuğu için biraz içi buruldu. Dünyadaki tüm kadınları kendi davaları için üzen erkeklerin suçluluğu üzerine çökmesi gerekirken garip bir şekilde etkilenmedi. “Bu kadın bana takmış kafayı” diye geçirdi içinden. Sessizliği bozmadan evleriyle birlikte aralarındaki gizli sözleşmeleri de donduran soğuğu yok etmek için aceleyle tüm kapı ve pencereleri kapadı.
Kanepeye gelip Tomris'i kollarıyla kucakladı. Öptü onu ve tam özür dileyecekken Tomris'in ağzından birkaç cümle döküldü.
- İşlerin bitince haber verecektin. Barbunyayı sevdiğini biliyordum. Bir ara gelmeyeceğini anlayınca ağlar gibi oldum ama… Soğan da soğanmış. Sana değil soğana ağlamışım Ekrem. Nerelerdeydin? İşlerin çok mu uzun sürdü? Bitirebildin mi bari? Ölenler bir eksildi mi?
- Tomris, ciğerparem yapma. Sana dedim ben en başından. Devrimci adamın ben. Sen gibi olamam. Bir ülkenin insanları için savaş veren, adalet diyen savcısını katlettiler bugün. Gelip senle bu sofrada hiçbir şey olmamış gibi oturamazdım. Boğazımdan geçmezdi, anlasana. Gel seni öpeyim. Sonrasında kendi yaralarımızı öper gibi sarılalım. Ellerini de öpeyim. Bana yemek pişiren ellerini.
- Ekrem, sizin devriminizde neden hep güzel, iyi insanlar ölüyor biliyor musun? Neden hep biz öldürülüyoruz diye sormuştun ya bir akşam ben onun cevabını buldum. İstersen söyleyeyim canım. Ben sen gibi bilmem belki ama Fransızların Devrimi niye başarılı oldu biliyor musun? Fransızlar önce öpüşmeyi ve sevmeyi öğrendiler. Sonra, düzeni büyük bir aşkla devirdiler. Biz insanlık tarihini yanlış anladığımız gibi devrimi de yanlış anladık, öpüşmeyi de. Bundandır ki mutsusuz, insanlarımız hep ölüyor. Biz savaşmaktan önce sevilmeyi öğretemedik birbirimize. O yüzden senin devriminde daha çok ölecek savcılar, öğrenciler, kadınlar ve çocuklar. En çok biz öleceğiz Ekrem.
Tomris, söylediklerinin burukluğu ile Ekrem'in kollarından çıkıp masaya doğru gitti. Özenle hazırladığı onca yemeği ve sofrayı yıkıp dökecek oldu. Masaya gülümsedi, neye yarar ki dedi fısıltıyla.
Üzerine ince bir hırka alıp kapıyı aralarındaki gizli sözleşmeye göre üç kez kilitledi. Dönecekti çünkü. Tomris hep dönmüştü sevdiği adama. Döndüğünde Ekrem polisler geldi sanmasın diye. Özenle üç kez kilitledi mabetlerini.
Ekrem ise soğuk oturma odasında kendi devrimi ve bir tabak soğumuş barbunya yemeği ile başbaşa kaldı. Az sonra Tomris'in tabağın kenarına iliştirdigi notu buldu. Fısıltıyla karışık bir yalnızlık ile okudu kağıda özenle yazılmış cümleleri.
Seni beklerken ülkeden çok uzakta, dünyanın dibindeymişim gibi sofraya baktım Ekrem. Tüm ülke kendi kanında demleniyordu ıhlamurlarımız gibi.