Yersiz Yurtsuz
Hayallerimde bile olsa yersiz, yurtsuz ve sınırsız olmayı diledim.
Dokuz yaşındayken dünyayı gerçekten algıladığıma o kadar emindim ki, kendi sınırlarım ve dünyamın çitlerini bilmek sanırım bana yetiyordu. Dünyamın sınırı dedemin gülerek “Saddam’ın Hattını” geçmeyin dediği yerde bitiyordu. O yeten dünyanın içinde korunaklı bir bahçe, sıcak bir oda, güzel yemekler ve üzerine yatıp ayağımın altındaki manzarayı izleyebildiğim bir sedir vardı.
Bir gün o dünyanın sınırlarının dışına çıktım. Sınırlar, çitler ve Saddam’ın Hattı’ndan uzak coğrafyalar. Oysa bu bana dünyayı gerçekten hiç algılayamadığımı sürekli hatırlatan bir nişana dönüştü. Dünyanın sınırları da kendine çizdiğin mutluluğun sınırları da, ya sana ya da sana bahşedilene bağlıydı. Ben o gün yersiz ve yurtsuz olmayı diledim. Babamın evde her darlandığında “bu dağdan gideceğim” dediği dağdan Kafdağı’na ve Kafdağı’nın da bilinmeyenine gitmeyi arzuladım. Sanıyorum ki bu yüzden son üç günümü darmaduman eden Puslu Kıtalar Atlası beni bu yüzden çok etkiledi.
"Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya’nın şahidi olmaktı."
Bu cümleyi okuduğum an beni hayata bağlayan yegane şeyin içimdeki macera tutkusu olduğunu hatırladım. Belki bu yüzden beni her gün 9-18 üzerine oturttukları sandalye mutsuz ediyordu. Belki bu yüzden kendine çitler ve güvenli bölgeler oluşturmuş ve çevremde dolanıp duran seslere manasızca bakıyordum. İnsan bir kez sınırlarının ötesinde hep başka bir sınırın olduğunu öğrendikçe nasıl bir yere bağlı kalabilir? Yani İhsan Oktay Anar’ın dediği gibi her zaman bir taraf için henüz yaratılmamış olanın olduğunu bilen biri yaratılmışlarla nasıl yetinebilir? Buna babam genelde tatminsizlik diyor. Her zaman tatminsiz bir çocuk olduğumu söyleyip durdu. Artık biliyorum ki bu tatminsizlik değil, bu bilmeye ve keşfetmeye olan bir merak.
Sonra duvardaki saat tam on ikiyi vurdu ben bunları düşünürken. Sınırların içine hapsolmuş hayatıma devam ederken, çalan bu sesin anlamı kısa bir süreliğine düşlerden uyanma vakti demekti. Düşünüyordum, öyleyse var mıydım ya da var gibi mi yapıyordum? Başımı yastığa koyduğumda, sınırların dışına ilk kez çıkabildiğim yaşımda hissettiklerimi hatırladım. Bir doğu ilinde kar yağan şehrin sokaklarına bakan bir öğretmenevi odasında başımı yastığa koymuştum. 12 yaşındaydım ve ilk kez ailem olmadan bir maceradaydım. O gün yersiz ve yurtsuz olmayı dilemiştim
Başımı yastığa koyduğumda 32 yaşıma merdiven dayamıştım. Hayallerimde bile olsa yersiz, yurtsuz ve sınırsız olmayı diledim.