Bugün malum ülkede işler oldukça karıştığı için sağ sekmede saatlerdir dönen bir youtube linki, sol tabda ise bekleyen işlemler. Ben tüm sekmelerin ortasından sana yazıyorum. Tüm sekmelerin ortasındaki dengede çalışan bir websitesi var hala neyseki.
Sabah artık açlıktan mı direnmekten mi bilmiyorum ama otobüste yığıldım. Olduğum yere kalakaldım ve ellerim titrer bir şekilde kaslarımın titremesini durdurmaya çalıştım. Neyse şimdi iyiyim. Direnmeyi bıraktım, her şeyi olduğu gibi kabul edip olduğum varlığımı sevmeye çalıştım.
Ama sana bahsedeceklerim tüm bunların dışında bir şey. Yani tüm bunların dışında olmasını diliyorum.
Bu sabah uyandığımda tüm benliğimle ölüm ve yaşamın kesiştiği bir noktayı düşündüm. Yükseliş ve düşüşün aynı anda yaşanabileceği bir anı. Zümrüdü Anka kuşlarını bilirsin kendi küllerinden doğarlar diye yıllardır efsanesi anlatılıp durulur. Oysaki sonunda yine aynı formda ve yine Zümrüdü anka kuşu olarak doğacaksan bu o kadar da abartılacak bir şey midir? Yani burada mucize olarak bahsedilen şey aynı hayata yeniden doğmak mı?
Her gün en afilli cesetler olarak uyuyan bizler zaten her sabah yeniden doğmuyor muyduk? Zümrüdü Anka Kuşu'nu meşhur eden küle dönüşmesi miydi? Böyle saçma soruları kendime sorarak otobüs durağına ilerlerken işte o bir anda yığıldım.
Hücrelerim yavaş yavaş ayrışıyormuş gibi geldi, kaslarım bağımsızlığını ilan etmiş gibi titremeye başladı. Galiba Zümrüdü Anka Kuşu gibi parçalanıyorum diyip güldüm. Ölüm ile yaşamın kesiştiği nokta "ayrışma" idi. Bunu belki zümrüdü anka kuşları gibi moleküllere bile ayrışarak yapmıyorduk ama biz de kendimizden ayrışıyor ve farkına varıyorduk.
Yılanların deri değiştirmesi gibi düşün. Sonra tüm bunları düşünürken hep geriye dönüp baktığım ve hayatımın en karanlık, hayatımın en ölü gibi yaşadığım zamanlarına ait yazılarımı yazdığım eski bir blogumu açtım. Yazıları tekrardan tekrardan okudum. Eğer beş yıl önce bu saçmalıkları okusalardı sanırım beni bir bitki olarak kliniğe alırlardı. Oysa şimdi olan kendime bakıyordum. Ayrışmıştım. Hala da ayrışmaya devam ediyordum. Yani her yeni bir gün aslında kendimizi öldürüyorduk.
Buradan çıkıp yola bir soru sormak istiyorum işte. Tüm bu ayrışmaların sonunda moleküllerimize kadar ayrışacağımız son gün gelene kadar yapabileceğimiz en büyük devrim sence olur? Burada çok basit bir şekilde anlatmam gerekirse, varlığımızın en anlamlı gününü yaşamak için sence ne yapmalıyız?

(Önemi olmayan bir yılda önemi olmayan bir ofis gününde yazıldı.)