Ugarit'in İzinde

Sen bunların hiçbirinden habersiz bana ölesiye düşman o ülkenin sokaklarında dolaşıyorsun... İnsanın özel tarihi böyle bir saçmalık işte diyorum.

Ugarit'in İzinde

Buradayım, bu taş binanın önünde, bu kavurucu çölün ortasında 2 haftadır ne yaptığımı bilmiyorum. İstanbul'dan kaçmalıydım, bana ölesiye düşman o kentten uzaktayım. Günlerdir yollardayım, ciğerlerim bu sıcağa dayanamıyor ama uzaktayım işte senden. Dünyanın öbür ucuna bir haber bile vermeden gittiğin o ülkeden uzaklaşabildiğim kadar uzaktayım. Bir Suriyeli, iki Filistinli ve bir Ürdünlü ile bindiğim aracın kontağı burada söndü, Feyruz çalıyor ah ne güzel söylüyor bir bilsen. Bu taş binanın Osmanlılar zamanında valilik binası olarak inşa edildiğini anlatıyorlar, şimdilerde bir arkeoloji müzesi. Ben dünyanın ilk alfabelerinden olan Ugarit'in yazıtlarını görmeye geldim buraya. Ne işim var, ciğerlerim acıyor, gözlerim kıpkırmızı, insanlar merakla Türkiye'den gelen kız diye bana bakıp gülümsüyorlar. Bir kadının tek başına bu çölde ne işi olur ki diye soruyorlar. Gülüyorum,Ugarit'i görmeye geldim diyorum.

Yabancılar pek sevilmediğinden mi yoksa Ürdün'ün neredeyse unutulan bu kasabasına geldiğimden dolayı mı merak ediyorlar bilmiyorum. Müzenin Filistinli arkeoloğu Muhammed bozuyor yalnızlığımı.

-Türkiye'den gelmişsiniz.O zaman gelin bir Türk Kahvesi içelim.

-Ah ne güzel olur.(Türk Kahvesi dedikleri şeyin içine baharat koymaları hüsranımı artırsa da)

İdlip'ten beri çekildiğim sorguların hepsine bir kez daha çekiliyorum. Neden buradasın, neden pasaportun yeşil, on yıllardır unutmuşken bizi neden şimdi Ortadoğu, Müslüman mısın? Şii mi Sünni mi? Kemalizme inanıyor musun? Tayyip Erdoğan'ı seviyor musun? Nasıl tek başına cesaret ettin buraya kadar ve sürüp gidiyor sorular. Usanmadan anlatıyorum hepsini. Ama Muhammed farklı sorular da soruyor, irdeliyor yılmıyor. Ugarit tabletlerine bakarken sormaya devam ediyor.

-Kaçmak istediğim bazı gerçeklerim var dedin.Nedir onlar ?

-Bir insanın varlığından kaçıyorum. Beni çok üzmüş birinden,beni çok üzdüğü halde çok sevdiğim bir insandan. Biliyor musun dünyanın en güzel gözleri seçilseydi eminim onun gözleri birinci gelirdi.İsmi ….

-İsminin anlamı nedir? Tercüme edebilir misin?

-Sanırım bir şeyi çok isteyip de ulaşılan, elde edilen şey.

-Hayat çok garip bir şey biliyor musun.Sen isminin anlamı isteyince ulaşılan bir insandan kaçıyorsun. Biz yıllardır istediğimiz,uğruna hayatlarımızı feda ettiğimiz topraklarımızın yanı başındayız, istiyoruz,çabalıyoruz ve ulaşamıyoruz. Yanı başımızdaki eve milyon yıl kadar uzaktayız.

Susuyorum.Konuşmaya hakkım yok bunun farkındayım. İnsanların çektikleri dertlerin, sıkıntıların yanında benimki kocaman bir şımarıklık, basit bir buhran. Canımın sıkıldığını gören Muhammed söze giriyor tekrardan...

-Biliyor musun, üniversitedeyken oda arkadaşım bir Türk'tü. Bana böyle durumlar için Türkçe bir cümle öğretmişti.

-Nedir?

-(Cebinden çıkardığı sigarayı uzatarak) İster zengin ol ister fukara, yak bir Malboro.

Gülüyorum.Uzun zamandır gülmediğim kadar kahkahalarla gülüyorum. Oda arkadaşının ömrüne bereket diyorum içimden. Kalmam ve akşam ailesiyle yemek yemem için çok ısrar ediyor ama gitmem gerek, bir Ürdün düğününe davetliyim akşam. Buraya dair her şeyi öğrenmeliyim, tanımadığım ait olmadığım her şeye dokunmalıyım. Darüs'saraye'nin kapısından sonsuz ve kavurucu bir sıcağa atıyorum kendimi. Örümceklerin Yuvalandığı Patika romanındaki İtalyan askerin haliyet-i ruhiyesini anlıyorum. Onun gibi bu attığım her adımım bir tarih, seni seviyorum diye düşünüyorum ve tarih bu, küçük adsız jestlerden oluşuyor diyorum. Sen bunların hiçbirinden habersiz bana ölesiye düşman o ülkenin sokaklarında dolaşıyorsun... İnsanın özel tarihi böyle bir saçmalık işte diyorum.

05.07.2010 İrbid(Darüs'saraye)/Ürdün